“Sana bu soğuk algınlığı ilaçlarını yazıyorum. İstersen bir de Üsküdar’daki Polis Hastanesi’ne git bugün. Fazla sıra beklemezsin. Psikiyatri Servisi’ne bir görün bakalım hocam…” demişti sağlık ocağındaki doktor. Teşekkür ederim, sağ olun, diyebildim ancak. Sağlık ocağı girişindeki odada reçeteyi mühürlettim. Yorgun ve mutsuz, öksürükler içindeydim, hastaydım. Beden sağlığım hiç iyi değildi. Ruh sağlığım? Nereye gidecektim? Üsküdar Polis Hastanesi de neredeydi?
Arabaya bindim. Trafik olmaz bu saatte, en geç yarım saat sonra oradayım diye düşündüm. Keşke değiştirebilsem, keşke zamanı başa alabilsem, diye düşünüyordum. Başıma o korkunç darbeyi alıncaya dek…
Ne olduğunu anlamamıştım. Sadece önümde
beyaz bir şey görebilmiş ve başımı arabanın ön camına vurduğumu anlamıştım.
Şangırtı seslerini, kaportadan ve arabanın değişik yerlerinden gelen tok,
ezici, yırtan ve kırılan parçalanma seslerini duyabilmiştim. Koltuğa gerisin
geriye düştüm. Kaza, trafik kazası…
Nereden çıktı bu, şimdi sırası
mıydı? Başım… Aman Allah’ım başım… Ne yapmalıyım şimdi? Ahmet kendine gel…
Arabadan çıkmam gerek, bu koku nedir? Göremiyorum. Önümdeki beyaz şey de ne? O
küçücük arabadan çıkmak için sol elimle kapıyı açmaya çalıştım, açamadım. Sol
el parmaklarım birbirine karışmıştı… Ne oldu bu parmaklara? Çarpışma esnasında başım
ön cama çarparken, sol el parmaklarım da direksiyon altındaki sinyal koluna
çarpıp kırılmışlardı. Sağ elimle açmak istedim kapıyı bu sefer, yine açamadım.
Nasıl çıkacağım? Kapı sıkışmış. Araba küçücük… O koca bedenim ne kadar
büzüşebildi öyle! İki bacağım ile kapıya tekme attım, kapı yarıya kadar
açılabildi ancak. Sağ koltuktaki el çantamı aldım, arabadan çıktım, kaldırıma
doğru yürüdüm, oturdum kaldırıma… Gözümün önünde ön tarafı param parça olmuş
arabam ve beyaz bir okul servisi vardı. İçi boş, öğrenci yok. Çok şükür!
Kimseye bir şey olmasın…
Sokak ne kadar sessizdi öyle?
Sessizliği yaşadığım o birkaç saniye aslında kocaman bir geri sayımın
başlangıcını haber vermişti bana… Başım çok ağrıyordu… Beyin kanaması… Ağlamaya
başladım. İmdat çığlıkları atıyordum ve
hüngür hüngür ağlıyordum. Yardım edin ne olur? Canım o kadar sıkılıyordu ki…
Saniyeler geçiyor… Ölmek istemiyorum… Şimdi miydi? Ölüm sebebim bu kaza mı
olacaktı? Ölümümü böyle saniye saniye yaşayacak mıydım? Böyle büyük bir acı
içinde mi öleceğim? Neden kimse yok yanımda? Yalnız ölmek istemiyorum ben.
Yardım edin, imdat…
Ahmet dikkatli ol… Ne yapman
lazım şimdi? Haber vermen lazım… Kime? Cep telefonumu çıkardım cebimden. Abim…
Evet, abimi aramalıyım… Bu iki adam ne diyorlar? Duymuyorum sizi… Dokunmasana
omzuma be adam, çekil git yanımdan… Görmüyor musun? Telefon etmem lazım. Abi
neden cep telefonunu açmıyorsun? Koşsana!.. Haydi, hemen gel… Başım, başım çok
ağrıyor, yardım edin bana…
Ne çabuk geldi bu ambulans?
Hızlı davransanıza… Anladım, soğukkanlı olmaya çalışıyorsunuz. Duymuyorum, sesli konuşun… Evet evet
yürüyebilirim herhalde… Başım ağrıyor benim sadece.
Ambulansa nasıl bindiğimi
hatırlamıyorum. Şuraya yatın diyen görevli ve aşağıda konuşan iki adam… Ne
diyor bunlar hâlâ? “Abi trafik polisi gelir, arabanın evraklarını ver bari.” El
çantamı fırlattım onlara. Alın sizin olsun bu dünya der gibi… Her şey sizin
olsun… Yeter ki saniyelerimden çalmayın benim, yeter ki ölmeyeyim…
Görevliler beni sedyeye bağlamaya
çalışıyorlar, elbiselerim ile uğraşıyorlardı. Cep telefonum elimde… İzin
versenize, abimi aramam lazım. Ne inatçı keçisiniz siz öyle!.. Bağlasana kızım,
çabuk ol… Abimi bağla… “Fuat Bey masasında değil, anons ettim cevap vermiyor.”
Beceriksiz kız… Bir telefonu bile bağlayamadın. Bu ses de ne? Görmüyor musunuz
telefon ile konuşuyorum… Kısın şu ambulansın siren sesini… Tamam anlaşıldı…
Bari not al, abime sen söyle… Kaza yaptım ben, hastaneye gelsin acil olarak… Hangi
hastane? Telefonu görevliye uzattım…
Yapmam gerekeni yaptım… Şimdi
söyleyin neremi açayım? Kendini bırakma Ahmet, dayan oğlum!.. Geçecek bu baş
ağrısı… Başım ağrıyor başım…
Ben hep yol verirdim
ambulanslara, inşallah trafik açıktır, inşallah herkes yol verir… Ne olur
Allah’ım. Ölmek istemiyorum ben… Hadi hemen gidelim hastaneye… Hangi hastane?
Ne önemi var ki? Numune mi? Çok kalabalıktır orası şimdi…
Ahmet Gencal, otuz sekiz,
öğretmenim. Bugünkü tarih mi? 29 Kasım 2015. Bilmem göremedim, kaza işte…
Hastaneye gidecektim ben de… Başıma bir çare bulun, konuşturmayın beni böyle
gereksiz şeylerle, anladım sizi, bakın bilincim yerinde… Bulanmıyor, neden
bulansın ki? Mide bulantısı ile mi başlıyor yoksa beyin kanaması?
Şimdi bu arkamdaki genç arkadaş
neden kustu ambulansın içinde? Yeni personel, belki stajyer falandır… Alışsın
ama ambulansta hızlı gitmelere… Bak şimdi kusmuk koktu içerisi… Hay benim
şansım! Midem bulanıyor şimdi… Kusmuk
kokusundan mı? Beyin kanamasından mı? Ölmek istemiyorum ben. Midem çok
bulanıyor… Ayağa kalkmak istiyorum, oturmak istiyorum… Geldik mi? Ne çabuk!..
Oh, şükürler olsun… Şimdi ne olacak? Bir sus Ahmet, bir sus diye kızdım kendime…
Hayır, susmayacağım, konuştur kendini, uyuma, uyuklama, bilincini kaybetme
Ahmet!..
Amma zor indirdiniz… Anladık
kilom fazla… Abartmayın siz de canım… Duyuyor bütün konuştuklarınızı sedyedeki hasta…
Cevap veremiyor sadece, vermiyor, önemsemiyor… Tek istediği yaşamak, kilolu ya
da kilosuz… Ölmek istemiyorum ben!..
Kırmızı alan ne demek? Neden
ayağa kalkamıyorum? Bir şey mi yaptı o kız? İlaç falan mı verdi? Ayağa kalkmak,
oturmak istiyorum… Gelsenize… Kim var burada? Tavanı seyretmeye mi geldim
buraya?
Hiç olmadığım kadar sinirli ve
sağa sola bağıran hallerimle büyük bir mücadele veriyordum… Kızıyor, bağırıyor,
argo kelimeler kullanıyordum. Benim için önemli olan tek şey ölmemekti…
Hadi bütün doktorlar gelsin.
Yapmakta olduğunuz her ne varsa bırakın, toplanın başıma, kurtarın beni bu
ağrıdan. Beyin kanaması falan olur Allah korusun… Her ihtimali değerlendirin.
Getirtin, haber verin en iyi beyin cerrahlarına, ameliyathaneler hazırlansın,
aman kiloma dikkat edin, narkozu iyi ayarlayın. Uğraşmayın milletin kırık kolu,
kırık bacağı ile… Biz burada ölüyoruz! Acil diyorum acil. En acil benim şu
anda…
Az önce cevap verdim ya
hepsine. Neden tekrar soruyorsun ki doktor bey? Bilincim yerinde. Başım ağrıyor
çok kötü… Beyin cerrahı lazım değil mi? O kız bir ilaç verdi bana. Baksanıza
konuşamıyorum bile… Neler oluyor? Beyin cerrahı bu kadar zor mu gelir?
Neredesin doktor? Bir damar yolu
bulamadın sen de, ne biçim hemşiresin? Param parça ettin kolumu. Çekil git,
başkası gelsin!..
O naif, o mülayim, o efendi
Ahmet Hoca dedikleri gitmiş, Acil Servis’te terör estiren birisi olmuştum… Bağırmak
ile olur mu? Neden bunlar hiç cevap vermiyor gerçekten? Neyin cevabını
verecekler ki? Biliyorlar hatalarını… Ben haklıyım… Ben Acilim, ben ölüyorum…
Bu gün benim günüm… Ben önemliyim… Hadi ama!.. Nerede şu beyin cerrahı? Bak az
önceki doktor da gitti… İmdaat!.. Götürün beni başka bir yere. Bunlar ilgilenmiyorlar
benimle… Hepinizi şikâyet edeceğim… Görürsünüz siz!..
Neresi mi ağrıyor? Burası,
işte tam burası… Aaaah, bastırmasana be adam!.. Başımı vurdum herhalde. Ne
bastırıyorsun? Dedim ya, tam da bastırdığın yer… Anladın mı şimdi? Tek
dokunuşla nasıl anladın? Emar, tomografi, röntgen-montgen çekmeyecek misiniz?
Devletin bütün olanaklarını kullanın, kurtarın beni… Neden buradayız hâlâ?
Başım… Adama bak be… O nasıl bastırmak öyle!.. Canım yanıyor… Ağrı kesici falan
verin bari. Ne konuşuyor bunlar? Tek
kelime anlamıyorum… Bir çevirmen bulun bana…
Abi, abiciğim! Abimi görünce,
kendimi bırakıverdim sedyeye ve sustum… Görevi abime teslim etmiştim. Hayata
tutunma görevimi… Artık emin ellerde hissediyordum. Abim geldi, en büyük
desteğim geldi… Şimdi ne derseniz yaparım, abim ne derse yaparım… Hiç bağırmam
da…
Bakın abimin gediği nasıl da belli
oldu!.. Hemen filim çekmelere başladınız… Açsanıza yolları, boşaltsanıza acil
servisi… Ölüyoruz burada… Boşaltın, öncelik tanıyın… Ne!.. Burada da mı sıra
bekleyeceğiz? Ölüyoruz diyorum… Hayır, önce ben… En acili benim… Çekilin,
açılın… Tamam abiciğim, sustum…
O kız bir şey yaptı,
hissetmiyorum şimdi başımdaki o korkunç ağrıyı, az önceki ki hemşire de yapmış
olabilir… Tamam, kalkıyorum ayağa. Yok, bir şey yok. Ağrımıyor, oturabilirim.
Bu doktorun da parmakları ne sertmiş. Bastırmasana kardeşim sırtıma. Ne o öyle?
Aşağılara kadar parmak parmak iniyorsun. Dedim ya bir şeyim yok… Tamam,
anlaşıldı, röntgen, el kol, bacak, omurilik… Omurilik mi dedin? Doğru ya, omurilik
çok önemli… Ne oldu abi? Çıktı mı filimler? Ne diyor doktorlar? Beyin cerrahı
nerede abi? O adam hiçbir şey yapmadı bak, onu geri çağırsınlar. Sadece
bastırdı acıyan yerime o kadar…
Ben de hiçbir yerim kırılmadı
şimdiye kadar derdim hep. Sol işaret parmağım… Doktora bak be! Filme bakıyor
sadece, kıtır kıtır kemik sesleri. Ne kolaymış öyle, kırık çıkık işleri… Alçı
sımsıcak havlu gibi, ne güzel. “Ahmet sessiz olsana!..” Tamam, abiciğim, sustum…
Ortopedi servisinden sol eli
alçılı vaziyette çıkarken vicdan azabı çekmeye başladım, pişman oldum… Çok mu
velveleye verdim ortalığı acaba? Şımarıklık mı yaptım? Herkese bağırdım,
çağırdım… Baksanıza, şükürler olsun bir şeyim yok. Abimi de üzdüm boşu boşuna…
Heyecanlandırdım adamı, kalbine indirecektim neredeyse… Doktor ve hemşirelere
çok bağırdım… Özür dilemem ve teşekkür etmem lazım… Abim yorgunluktan şuraya
çökmüş oturmuş…
“Kan değeri yarım saat içinde
normale dönmezse acil ameliyata alacağız. Ameliyathane hazırlandı. İç kanamadan
şüpheleniyoruz. Büyük ihtimalle dalağını almak zorunda kalacağız. Emniyet
kemeri takılı değilmiş, kaza anında kafasını ön cama vurmuş ve karın bölgesi
direksiyonda ezilmiş. Parmağı önemli değil…“
Seni de boşuna yordum buralara
kadar, özür dilerim abiciğim. Hadi gidelim. Neden bekliyoruz? Ağrım geçti
tamamen. Bir şeyim yok… Hadi gidelim artık! Ama önce doktor ve hemşirelerden
özür dilemeliyim. Önce onları görelim, olur mu abi? İndirsenize beni şu
sedyeden artık. Yürüyebilirim ben…
Neresi burası? Neden geldik bu
odaya abi? Anlamadım? Ben çok iyiyim, ne ameliyatı? İstemiyorum. Ameliyat falan
istemiyorum ben… Anlamıyor bu doktorlar, hadi eve gidelim… Gerekirse başka
hastaneye gidelim… Kim yapacak? Ne ameliyatı? Açıklasınlar, sana anlattılar mı?
Ne imzası, ben istemiyorum… Ne demek başka hastaneye gitmeye zaman yok, yirmi
dakika içinde dalağın alınmış olması mı gerek?
Kalemi verir misin hemşire
hanım… Nereye imza atacaktım?
O imzanın hayatımın en önemli
imzası olacağını nereden bilebilirdim ki? Yirmi dakika demişlerdi. Yarım ders…
Zilin çalmasına yarım ders kaldı… Dersin tam da ortasındaydım aslında, daha
yapacak çok şey vardı…
O kadar korkmuştum ki… Abimin
elini öptüğümü hatırlıyorum sadece. Bir de o deli gömleği gibi önlüğü
giydiğimi. Nasip işte, Üsküdar Polis Hastanesi Psikiyatri servisinde değil de
Numune’de giymek nasipmiş o gömleği giymek…
Üşüyordum, çırılçıplak ve
teslim olmuştum. Yaşamak, hayatta kalmak isteyen ben gitmiş yerime başkası
geçmişti sanki. Sonra maskeli doktor ve hemşireler gördüm ama onlar neredeyse
hiç konuşmadılar benimle. Ameliyat masası öğretmen masasından farklı oluyormuş.
Ahmet Bey, şimdi ondan geriye doğru sayın dedi hemşire hanım. Ten, nine, eight,
seven…O parlak ışığı gördüm sonra…
Azrail en sevdiğinin kılığında
gelirmiş insanın yanına diye okumuştum bir yerde. Ne güzel bir sürü Azrailim
olacak demiştim kendi kendime o zaman. Yüzlerce öğrencim olduğuna göre… Ama
seni kaybettikten sonra bu düşüncem değişmişti. Seni göreceğim günü bekliyordum
hep…
İşte böyle anneciğim.
Sonrasını biliyorsun…
Annem!.. Seni çok özlemiştim…
Seni çok seviyorum…
Ahmet
GENCAL
(29.11.2015 / 14.10.2023)